İnsan, ancak yaşadığı derdi mi anlarmış, evet, en iyi, acısını çektiği derdin türküsünü yakarmış.

Haberlerin vazgeçilmez başlığıdır bu: son yılların en yüksek sıcaklığı yaşanıyor. Her yıl aynı şeyi okuyan insanlar gülümserdi bu haber başlığına, geçen sene de öyle diyordunuz.

Dünya, her sene belirli zamanlarda mevsimleri ağırlardı evinde. Her mevsimin ne zaman geleceği belirli bir Düzen’e göre evvelden belirlenmişti ama yeryüzünde yaşayan insanlar son zamanlarda garip davranıp zarar veriyordu mevsimlere. Bu tutumlar bozulmalara ve kaymalara sebep oluyordu aslında ama azar azar olduğu için bir şey yapmadılar herhalde.

Bu sebeple de o sene sıcaklıklar her zamankinden biraz geç geldi misafirliğe bunun için de gitmek için acele etmiyordu. Her yaratılan gibi onun da bir varolma sebebi vardı ve belirli bir kurala göre çalışırdı. Geç kalmalar normal karşılanmazdı ama kural dışı da sayılmazdı, zaman duruma uygun şekilde kendini ayarlar, her şey kendi düzeninde işlerdi bu düzende.
Sıcaklık pek uzun kaldı gibi göründü herkese. Sıcak havaları severlerdi insanlar ama suları da azalıyordu bir yandan kendilerine sorsak başka sayamayacağımız kadar sebepleri de vardı aslında ama buna rağmen, işin kolayına kaçıp doğanın işi bu zaten der, kendileri için bu sorunu da halledeceğine inanır, suyu da tasarruf etmezlerdi. Pek az tedbir alır, nadiren kıymet bilirlerdi.

Sonra herkesin gözdesi olan sıcaklığın artık gitmesi gerektiği kanaatine vardı insanlar. Böylece insanoğlu sevdiği sıcaklıklara soğuk davranmaya başladı, zamanını bekleyen sıcaklık her şeyin bir düzen içinde yürüdüğünü, acele etmemeleri gerektiğini anlattı onlara ama dinlemediler.
“hmmh, neden doğalarına ihanet ediyorlar ki?” diye geçirdi içinden.

Sıcaklığın haberini alan soğukluk kendi misafirlik sırasının geldiğine şaşırdı.
Bu sefer de şimdi gelmeni istiyoruz” demişlerdi kendisine insanlar.
“Her şey bir düzene göre ilerler” diye karşılık verdi soğukluk ve ekledi “siz sıcak havanın erken ayrılmasını da istiyorsunuz. Bilmediğiniz şeylere müdahale etmeyin sonra pişman olacağınız, geri dönüşü olmayan şeyler yaşamak zorunda kalabilirsiniz.” dedi.


Dinlemediler. İhtiyaçları karşılanmadığında pek bencil olabiliyordu insanoğlu. Suları azalıyordu, sıcaklardan bunalmışlardı ve bunu zaten kendi düşüncesizlikleri ile yapmışlardı düzeltmeye çalışırken de aynı şekilde davranıyorlardı.

Her gün kendi aralarında “bir kar yağmalı artık, bu sene ürün darlığı çekeceğiz galiba, suyumuz azalıyor bir yağsa da doldursa barajları” ya da “bezdik sıcaklardan” gibi şeyler konuştular.
Tekrar uyardı soğukluk dünyayı, “Her şey bir düzene göre ilerler ve her tercih bedelsiz yaşanmaz. Acele etmeyin, size geleni yaşayın.”
Anlamadı insanoğlu, dualar etmeye başladılar, ve ısrarlarını sürdürdüler.

Ve doğa, bu isteği konuşmak için toplanmaya karar verdi.

Doğa Toplantı yapıyor

Sıcaklık Düzen’e gitti. İnsanların zamanından önce kendisinin yeryüzünden ayrılmasını ve soğukluğun gelmesini istediklerini ve buna göre davrandıklarını anlattı.
Doğa reddetti bu isteği, insanlar için yaratılmışlardı ama kendilerinin bozulması insanların aleyhineydi. İnsanların bu isteklerine de yaptıklarına akıl erdiremediler.
Soğukluğa fikrini sordular onun da doğasına tersti bu durum ve düzenin bozulmasının sonuçlarının olacağını biliyordu.
Herkesi ve her doğa olayını dinledi Düzen sonra da konuşmaya başladı:
“İnsanların tercihleri dünyayı doğrudan, bizi de dolaylı olarak etkiliyor. Bizler dünyalara hizmet ediyoruz. Düzen, dünyalar için yaratılmıştır ve içinde yaşayanlara hizmet eder, âlemin nizamı Düzendedir, Her şey belirli bir kurala göre işler bu insanlar için doğru olandır ama istedikleri buysa gereği yapılsın. diye açıkladı kararını.
“Acaba,” dedi düzen, ” bu tercihlerinin kendi yaptıkları üzerinde mutlaka bir etkisi olacaktır olmasına elbet ama her tercihin bir bedelinin olacağını bu sefer öğrenirler mi?” diye düşündü içinden.

Soğuklar geliyor

Önce bir rüzgar esti sertten, hafif bir yağış ile yavaş yavaş gelmek istedi soğuk ama insanoğluna yetmedi “haydi” dediler, “kar istiyoruz.”
Sonunda soğuk hava kara seslendi. Bu kadar ısrarla çağrılmasını anlayamayan karın, birazdan anlatacağımız o elim olay günü şiddetle yağmasının sebebi dünyanın kendisine ihtiyacı olduğunu düşünmesidir belki de ya da erken çağrıldığı için yetişmek istemesi de olabilir bilemiyoruz.

Sonra kar, gözünü kapadı ve yağmaya başladı.

Dünyanın içi


O esnada dünyanın içi üşüdü, şaşırdı buna, bu sene üşüyeceği zaman değildi henüz.

Sonra da içi titredi.

Tam orta yeri şiddetle titredi Dünyanın. 10 farklı yerinden hissetti bu acıyı. Sızım sızım sızladı yüreği, “ah” dedi dünyanın içi, insanlardan duyuldu ta bu ses. Bir acı hissetti üzerinde; beton gibi güçlü sandığı hücreleri tuzla buz olmuştu..
Dünyanın yüreğinin bu denli içinin titrediğini şimdiye kadar aktarılanlardan bilmiyoruz hiç.


İnsanlar titremeyi yaşıyor

Bu titreme deprem olarak yansıdı yeryüzüne.
Şimdi anlatacağımız o elim gece yeryüzünün kalbinde yaşayan insanlar uyumak için yataklarına girmişti. Uykunun verdiği rahatlıkla uyuyorlardı. Uyku da hizmet edebilmek için elinden geleni yapıyordu.

Uyandıklarında bir ağırlık hissettiler önce vücutlarında, evlerinin başlarına yıkıldığını gördüler sonra. Nefes almak istediler, nefes sığamadı vücutlarına. Su dediler kimseye ulaşamadılar. Canım ağrıyor diye inlediler seslerini duyuramadılar, kimse yoktu etraflarında. Gözleri ne kadar görmeye çalışsa da enkaz betondan başka bir şey göremediler. Çocuklar annelerini istediler yığınlar arasından, evlatlar ebeveynlerini, evliler eşlerini.. Uzun bir süre karanlık eşlik etti sadece onlara bir de çağırılan kar vardı, yağmaya devam ediyordu.

Bu titreyişin pek az etki ettiği yerde bulunan insanlar diğerlerini, sevdiklerini merak etmeye başladılar ve korkuyla koştular.

Sevdiklerine ulaşmak istediler ama mahallelerini tanıyamadılar başta, bir “ahh” çıktı yüreklerinden gördüklerinden sonra.. Evlerinin yerinde enkazlar vardı, soğuk çirkin yığınlar. Sonra betonların sevdiklerini esir ettiklerini anladılar. “Kalk” dediler “sevdiğimin üstünden kalk!” diye feryad ettiler. Duymadı beton, o ne Doğa ne de Düzen’e ait değildi insan eliydiler ve kendilerini bu şekilde yapmıştı insanoğlu. Sonra kendileri denediler, uzun bir süre kendileri de kaldıramadılar betonu, hâlbuki incecik ve hafiflerdi.

Havaya döndüler “yağma” dediler “ey hava, yağma! Sevdiğim üşüyor, yalvarırım yağma!”

Öyle bir “ah” çekti ki sonra insanoğlu bu ah’ın Dünyanın birçok organından duyulduğu söylenir, yüreği zor dayandı bu acıya insanoğlunun, diğerleri de bunu hissetmiş olmalılar.

Öyle acıdı ki canları giyerken montlarından, yerken yemeklerinden, uyuyacakken yataklarından utandılar. Acı git gide ilerliyordu. Çareler aramaya başladılar çaresiz kaldılar, elleri kolları bağlanmıştı sanki acıları daha da katlanınca acı ele geçirdi tüm ruhu ve mekânı zamana seslendi sonra: “Dur

Zaman duruyor

Zaman yavaşladı, düşünceler azaldı, enkaz altında kalanlar yaşama tutunmayı düşündüler sadece, dışarıdakiler sevdiklerine kavuşabilmeyi. Tek bir şeyden başka hiç bir şeye enerji harcamıyordu insan, yaşama tutunmak. İki şey dışında bir şey düşünemiyordu, çaresizlik ve çare aramak..

Kar uyanıyor

Görevini yerine getiren kar iki gün sonra açtı gözlerini. Gözünü açtığında insanoğlu gülmüyor, ağlıyordu.


Neden ağlıyorlardı ki? Üzerine yağdığı betonlardan gelen insan sesleri de neydi öyle?
Sonra anladı kar. “Düzen” dedi, bozuldu. Düşüncesizlik düzeni bozdu, tedbirsizlik yıkım getirdi.

Hayat kendini gösteriyor

Göğe yükselen ah’ların iniltisi ve kalplerin acısını gördü Hayat. Acı çeken her bir yüreğe indi onları duymak için. En çok acı çekenlerden başladı işe. Duyduklarını aktarabilecek yetiye sahip olmadığını gördü sonra, başkalarını dinledi: “Tedbir almadık, dikkatli de davranmadık, sevdiklerim gittiler, daha çok erken değil mi, içim yanıyor, hayat nasıl ilerleyecek artık benim için, hatamızın bedeli ne ağır oldu.” Devam etti dinlemeye. Dualar duydu, feryadlar işitti. Tüm bunları dinledikten sonra kalplerine seslendi Hayat: “Her tercihin bir bedeli vardır, bazılarının bedeli daha ağır olur haydi şimdi acını yaşa. Sonra senin için yine burada olacağım.

Yaşama içgüdüsünü çağırdı insanın içine Hayat.

Yüreği dayanamacak gibi olana dayanma gücü verdi, uzakta olanı işine mecbur etti onunla meşgul etti, boşta olanı yüreği hafiflesin diye yardıma sevketti. Daha iyi hissetsinler diye hayırseverliği ve dayanışmayı uyandırdı insanların kalbinde.
Eğer böyle yapmasaydı insanlar yaşadıkları ve hissettikleri acıdan ölebilirlerdi bile, acının insanı yıktığı çokca okunmuştur önceki aktarımlarda.

Eliyle ittirdi Dünyayı biraz daha dönmeye başladı Dünya daha yavaş, daha sessiz. Dönmüyor gibi yavaştı ama durmadı da.


Müzik yaşananlara ses oluyor.

Anlatamadı başta insan acısını. Ta yüreğinden hissettiği bu acıya kapattı kendini. Hayat onu meşgul etti ama yine de o bile tamamen uzaklaştıramadı insanoğlunu hissettiği bu acıdan.

İşte bu yüzden içine içine ağladı insan, bir yandan araba sürdü bir yandan toz aldı bir yandan merhaba demek zorunda kaldı ama unutamadı, yalnız kaldığı zamanlarda ağlamaya başladı bazen de tutamadı olduğu yerde ağladı.
Dayanabilen böyle yaptı dayanamayanları ise anlatmaya kelimeler bulunamamıştır bu insanların dünyasında.

Tüm bunları gören Müzik, “eğer bu acıyı, bu duyguları bünyesinden atamazsa ölür insanoğlu” diye düşündü ve ürperdi.

Işık gibi hızlı çalıştı o gün müzik. Herkese bildiği müzikten yanaştı. Kimi ağıt yakarak, kimi ağlayarak kimi gitti canımın yarısı diyerek acısını türlü türlü şekilde anlattı müziğe o da acıyı bünyeden çıkarttı böylece..


Yine de yetemedi tek başına Müzik, dostluğu çağırdı.

Dostluk zehiri alıyor

Dostluğun mahiyeti acı çeken tarafından ortaya çıkarılamaz, dostlardan daha az acı çeken çağırabilir onu.
Gerçek dostlara, dostlarını merak ettirdi Dostluk. İnsan, insanın acısını alır, biliyordu çünkü.

Arama isteği duydular gerçek dostlar, yanında olmayı dilediler dostlarının, istersen konuşmayalım, sessizliğini de paylaşırız dediler.
Acısına kendini kapatan insanoğlu dostunun sebebiyle de açıldı yavaş yavaş. Konuştukça daha iyi hissetti. Hayat’ta meşgul etti onu acısını yaşarken yükünü hafifletti böylece.

Sonra Hayat’a döndü insan: “Gücüm yok.”

“Güçlü doğmaz insan, olmadığı zamanlar olur, sonra zorunda olduğu için güçlü durur.”

“Söyle şimdi nasıl yaşarım ben bu acıyla?”

“Uzun bir süre bu acını unutamayacaksın, ama ömrünün sonuna kadar bununla yaşamayacaksın.”

“Tüm bu acıların içinde nasıl dönebiliyor yüzünü hayata insan? Bu iki yüzlülük değil midir?”

“İnsan, bencilliğinden ya da duygusuzluğundan dönmez bana, döner çünkü ben, devam ediyorum.” diye cevap verdi Hayat.

6 Şubat 2023 Depreminde kaybettiğim kuzenim, çok sevdiğim Burak ağabeyim ve neşe dolu, çok kıymet verdiğim eşi Buse’nin anısına..

Kategoriler: Günce

0 yorum

Bir cevap yazın

Avatar placeholder

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.